Uzm. Dr. Selin Erel’un kaleminden

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi

Dr.Erel, 2017 yılında Avrupa Anestezi Derneği Young Recognition Award ve 2022 ve 2023 yıllarında Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği (TARD) Kongresi’nde Deneysel Çalışma Sözlü Sunu Yarışmalarında aldığı Birincilik Ödülleri yanında 2018 yılında TARD tarafından düzenlenen Ayba Öykü Yarışmasında “Karışık Kaset” adlı öyküsüyle birinci olmuştur.

Doktor, çalmakta olan dokunmatik telefonunu yavaşca sağa kaydırıp gelen aramayı yanıtladı. Kurşun asker boyundaki asistanının telaşlı yüzü hologramik ekrandan fırlayınca kısacık irkilmekten kendini alıkoyamadı. Şu hologramik cep telefonlarına hala alışamamıştı. Hem konuşurken her seferinde görülmekten de hoşlanmıyordu.

-Hocam, 11. kanat 21 numaralı ameliyathaneden arıyorum. Korkarım kullandığımız nanoremde bir sorun var. Hastanın GİG’lerini kontrol etmekte bir sıkıntı çekiyoruz. Planladığımız algı hikayesinden farklı bir senaryoya gireceğimizden endişe ediyoruz.

– Tamam hastanın görüntü frekanslarını sabit tutun, geliyorum.

Asistanının sesi endişeli gelse de; aslında üstesinden gelebileceklerini biliyordu. 3 senedir göz içi görüntü simülasyonu, yani GİG eğitimi alıyorlardı. Ancak yine de beklenmedik bir durumla karşılaşmak istemezdi. Ters giden bir durum adına zarar verebilirdi. Ne de olsa GİG simülasyonunun yaratıcı ismi kendisiydi. Gidip bir göz atmasından zarar gelmezdi. Yavaşça odasından ameliyathaneye doğru yürümeye başladı. Ameliyathane sayısı yüksek bir hastanede çalışıyordu. Ameliyathanelerin düzeni de eskiye göre değişmişti. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” diye Heraklaitos’un sözünü mırıldandı. Kendisi de ufak tefek zıpır yenilikler dışında, mesela hologramik telefonlar, değişimi severdi. Ne de olsa o anestezideki bu büyük değişimin öncülerindendi. Değişim anesteziye sıçramadan önce dünya genelinde başlamıştı bile. Önce kaynaklar azalmış, yerel kuraklıkların ardından büyük kuraklık olarak adlandırılan dekat yaşanmıştı. Bunu takip eden dönemde de bölgesel su savaşları ortaya çıkmıştı. Daha sonraları da insanlar yiyecek için birbirlerini kırıp geçirmişti. O zamanları hatırlamak bile acı vericiydi. Yaşanabilir çevre için büyük ayaklanmalar ise ondan sonra doğmuştu. Önce sivil toplum örgütleriyle başlayan çevre duyarlılığı hareketleri sonra devletlerin de desteklemesiyle çığ gibi büyümüştü. Bu, son virajdan geri dönmek gibiydi. O yıllarda hala Mars projesinin sunduğu hayal gibi, dünyayı terk edip diğer gezegenlerde yaşam kurma fikri bazı düşünürler ve çevre bilimciler tarafından desteklenmekteydi; ancak daha sonraları bu toplu göçün de insanlığı kurtaramayacağı anlaşıldığında en sonunda eski toprağa bir şans daha verilmişti. Benzinli arabalar yasaklanmış, yenilenebilir enerji ile çalışmaya uyum gösterebilen fabrikalar kalmış, diğerleri kapatılmıştı. Geri dönüşüm altın çağını yaşamaya başlamıştı. Ameliyathaneler bile bu akıma kendilerini zorunlu da olsa kaptırmış görünüyorlardı. İstanbul’da tamamen geri dönüştürülmüş malzemelerden yapılmış bir ameliyathane bile vardı. Kömür, petrol gibi enerji kaynaklarına devletlerin hepsi kısıtlama getirmiş, alternatif enerji kaynaklarına global bir yönelim olmuştu. Tıp dünyası da bu değişimden nasibini almıştı elbet. Önce inhalasyon anesteziklerine kısıtlama gelmiş, oksijen kullanımı bile sıkı denetim altına girmişti. Doktorun çalışmaları da bu dönemde parlamıştı…