Prematüre Bebeğin Sorunları ve İzlemi

Prof. Dr. Ebru Ergenekon

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Yenidoğan Bilim Dalı

Gebelik yaşı 37 haftadan önce doğan bebekler prematüre olarak tanımlanır ve tüm doğumların %10 kadarını oluşturur. Ancak her prematüre aynı değildir, özellikle 32 hafta ya da altında doğan bebeklerin sorunları çok daha ciddidir ve bu durum her 100 bebekten 1’inde karşımıza çıkar. Prematüre doğum aile açısından büyük stres kaynağıdır ve çoğu zaman çaresizlik hissi oluşturur. Ancak anne ve babanın kendilerine sağlık personeli tarafından iletilen bilgilerin şokunu kısa sürede atlatıp bebekleri için sakin kalmaları önemlidir.

Prematüre Doğum Yapabilirmişim, Ne Yapmalıyım?

Erken doğum riski olan annelerin prematüre bebeklere uygun bakım verebilecek neonatoloji (yenidoğan) uzmanlarının ve solunum desteği, damardan beslenme, çocuk kardiyoloji, radyoloji vs. gibi imkanların olduğu bir merkezde doğum yapmaları çok önemlidir. Bebek doğduktan sonra başka bir hastaneye nakil bebek açısından oldukça riskli olabilir. Bu nedenle erken doğum ihtimali varsa annenin otelcilik hizmeti değil yenidoğan bakımının iyi olduğu bir merkezi doğum için seçmesi uygun olacaktır.

Bebeğim 2 Ay Erken Doğdu Şimdi Ne Olacak?

İleri derecede prematüre bebekler ( gebelik yaşı £ 32 hafta) belli bir olgunluğa ulaşana kadar yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde izlenirler. Bu bebeklerde erken, geç ya da taburculuk sonrası dönemde ortaya çıkabilecek önemli sorunlar aşağıda özetlenebilir;

Erken

– Solunum problemleri: Sürfaktan adlı bir ilacın solunum yolundan verilmesi ve bebeğin solunum cihazına bağlanması gerekebilir

– Kalp sorunları: Anne karnında açık olan duktus arteriozus damarının doğumdan sonra kapanmaması bebeği zorlayabilir ve tedavi gerekebilir

-Beslenme Sorunları: Bebekler 34 haftadan önce emme, yutma ve nefes almayı koordine edemezler ve bu nedenle beslenme önce beslenme sondası ile başlanır. Ayrıca bağırsak sistemleri de iyi gelişmemiş olduğundan besinleri sindiremeyebilir ve sorun yaşayabilirler, bu nedenle bir süre damardan serumla beslenmeleri gerekebilir. Bu dönemde yeterli ANNE SÜTÜ sağlanması bebek açısından HAYATİ önem taşır.

-Enfeksiyonlar: Erken doğan bebeklerin bağışıklık sistemleri iyi gelişmemiş olduğundan enfeksiyonlara daha yatkındırlar. Anne sütü ile beslenmenin enfeksiyonlardan koruyucu etkileri vardır.

-Beyin kanaması: Erken doğan bebeklerde beyin damar yapısı çok kırılgandır ve bu nedenle özellikle hayatın ilk haftasında beyin kanaması gelişme ihtimali yüksektir. Bebek ne kadar erken doğduysa risk o kadar fazladır. Prematüre bebeklere hayatın ilk günlerinden başlayarak belirli aralıklarla ultrason yapılarak beyin kanaması olup olmadığına bakılır, kanamanın derecesine göre tedavi yaklaşımı belirlenir.

Geç

-Enfeksiyonlar: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatış ne kadar uzarsa enfeksiyon riski o kadar artacaktır

-Bağırsak sorunları: Besin maddelerini tolere edemeyen bebeklerde karın şişliği ile başlayan ve bağırsakta hasara yol açan sorunlar olabilir. Anne sütü bu durumun önlenmesinde çok önemli rol oynar bu konuda annelerin teşvik edilmesi gereklidir.

-Prematüre retinopatisi: Erken doğum ve doğum sonrası zorunlu olarak uygulanan oksijen tedavisi nedeniyle retina damarlarında anormal gelişme olabilir ve tedavi gerektirebilir. Bebek ne kadar erken doğduysa risk o kadar yüksektir. Prematüre retinopatisi gelişimi açısından risk altında olan bebeği yenidoğan yoğun bakım ünitesi doktoru belirleyerek uygun zamanda göz doktorunun bebeği görmesini sağlar ve ardından göz doktoru periyodik olarak bebeği değerlendirerek gereken müdahale varsa gerçekleştirir.

-Kronik akciğer hastalığı: Uzun süre solunum cihazına bağlı kalmış olan bebeklerde akciğerlerde bazı değişiklikler olur ve bebeklerin oksijen tedavisinden ayrılması güçleşir, bazen bu bebeklerin eve oksijen tüpü ile gönderilmesi gerekebilir. Bebek ne kadar erken doğduysa riski o kadar yüksektir. -İşitme kaybı: Gerek erken doğum gerekse yenidoğan ünitesindeki yatış süreci bebeklerde işitme sinirini etkileyebilir, bu durum işitme testleriyle belirlenir ve gerekirse cihaz önerilir.

 

Röportajın devamını okumak için sayımızı inceleyebilirsiniz.

Uyku Apne Sendromu: Günümüzün Önemli Bir Sağlık Sorunu

Uyku apne sendromu, uyku sırasında solunumun geçici olarak durması veya yavaşlamasıyla karakterize edilen bir sağlık sorunudur. Bu durum, genellikle uyku sırasında boğulma hissi ve ani uyanmalarla birlikte yüksek sesle horlama ile kendini gösterir. Uyku apnesi, kişinin dinlendirici bir uykuya ulaşmasını zorlaştırır ve genellikle gündüz aşırı yorgunluk, dikkat eksikliği ve diğer sağlık sorunlarına yol açabilir.

Uyku Apne Sendromu: Yaygın Bir Sorun Uyku apne sendromu, dünya genelinde yaygın bir sorundur. Özellikle erkeklerde %8, kadınlarda %4 oranında görülür. Bu durum, yaş, kilo, cinsiyet ve anatomik faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Özellikle kısa ve kalın boyunlu kişilerde, alt çeneleri küçük ve geride olanlarda, bademcikleri büyük, dili büyük olanlarda daha sık rastlanır. Sinüzit veya reflü hastalığı gibi faktörler de uyku apnesi riskini artırabilir. Belirtiler ve Etkileri Uyku apne sendromu hemen her sistemde belirtilere neden olabilir:

• Yüksek sesle horlama

• Uyurken izleyenler tarafından nefes kesilmelerinin gözlenmesi (Tanıklı apne)

• Gündüz aşırı uyku hali

• Sabah yorgun uyanma

• Gece idrara çıkmak için uyanma

• Uykuda baş ve boyun bölgesinde terleme

• Sabah ağız kuruluğu

• Dikkat eksikliği ve konsantrasyon problemleri

• Sabah baş ağrısı

• İştah artışı, diyete rağmen kilo verememe

• Cinsel istekte ve işlevde bozulma

Tedavi Edilmediğinde Potansiyel Tehlikeler

Uyku apne sendromu tedavi edilmediğinde kalp krizi, inme, depresyon, yüksek tansiyon, insülin direnci vs. gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Ayrıca, uyku apne hastalarının trafik kazalarında daha fazla risk altında olduklarını bilmek önemlidir. Tanı Uyku apne sendromunu teşhis etmek için uyku testleri kullanılır. Polisomnografi adı verilen bu testler, uyku sırasında beyin dalgaları, solunum dalgaları, oksijen seviyeleri gibi birçok veriyi kaydeder. Bu verilerin analizi ile uyku apnesi tanısı konulur.

Tedavi Seçenekleri

Uyku testi verileri ile üst solunum yolu yapılarının incelenmesi sonucu elde edilen verilerin birlikte incelenmesi ile tedavi yöntemi kişiye özel seçilir. Pozitif Havayolu Basınç (PAP) tedavisi, cerrahi müdahaleler ve ağız içi aparatlar gibi yöntemler arasında seçim yapılır. Fazla kilolu hastaların kilo vermesi, sigara içenlerin sigarayı bırakması ve uyku verici ilaçlar kullanımının gözden geçirilmesi gibi genel önlemler de önerilebilir. Sadece sırtüstü yatıyorken hastalığı ortaya çıkan hastalarda sırtüstü pozisyonda yatmayı engelleyen yöntemler önerilir.

Uyku apne sendromu ciddi bir sağlık sorunudur ve tedavi edilmesi önemlidir. Eğer uyku apnesi belirtileri yaşıyorsanız, bir sağlık profesyoneli ile iletişime geçmek önemlidir. Sağlıklı bir uyku, genel sağlığınızın önemli bir parçasıdır, ve uyku apne sendromunu anlamak ve tedavi etmek daha iyi bir yaşam kalitesi sağlayacaktır.

Miyopinin İlerlemesi Durdurulabilir Mi?

Gençlerde Miyop görülme sıklığı büyük artmış göstermektedir, araştırmalara göre 2050 yılında her iki kişiden birinin miyop olacağı öngörülmektedir. Bu sonuç büyük oranda teknolojik gelişmelere bağlanmaktadır, ekran önünde ve cep telefonları ile geçirilen zamana paralel olarak miyopun da arttığı düşünülmektedir.

Miyopinin ilerlemesi durdurulabilir mi?

Ulusal ve Uluslararası araştırmalar ekran önünde geçirilen sürenin azaltılması ve/ veya 20 dakika çalışma sonrası 2 dakika ara verilmesinin faydalı olduğunu desteklemektedir. Erken çocukluk döneminde hızlı ilerleme gösteren miyop için göz damlaları kullanılmakta, ilerleme hızı yavaşlatılabilmekte veya durdurulabilmektedir. Yapılan çalışmalar dış ortamda daha az zaman geçiren çocuklarda (apartman çocukları) dışarda zaman geçiren çocuklara göre daha fazla miyop oluştuğunu desteklemektedir.

Laser ile miyop nasıl düzeltilir?

Excimer laser korneanın kırma gücünü değiştirerek hastaların gözlük kullanmadan net görebilmelerini sağlamaktadır. Bu teknoloji 30 yıl önce kullanıma girmiş olup geçen zaman içinde büyük gelişme göstermiştir.

Laser kimlere yapılabilir?

Laser tedavilerinin tümü korneayı incelterek numarayı düzeltmektedir, her hasta için güvenlik sınırları içinde kalınarak düzeltilebilecek numara değişiklik göstermektedir. Tedavi olacak olan hastanın kornea kalınlığı, göz bebeğinin genişliği ve daha da önemlisi kollajen dokusunun kuvveti (korneal biyomekanik ölçüm) incelendikten sonra kaç derece düzeltme yapılabileceğine karar verilmektedir.

Laser öncesinde nelere dikkat edilmeli?

Laser tedavisi olmak isteyen hastalar en az 1 hafta önce lens takmayı bırakarak muayeneye gelmelidir. Hastada kontakt lense bağlı kuruluk var ise geçene kadar beklemeli ve gözyaşı damlaları ile hasta göz yüzeyini nemli tutmalıdır.

Laser hangi durumlarda yapılamaz?

Excimer laser tedavisi gebelik ve süt verme dönemlerinde, romatizmal hastalıkların varlığında yapılamaz. Laser öncesi yapılan tetkikler de korneanın tedavi sonrası deforme olma olasılığı var ise tedavi yapmamak gerekir. Laser tedavisinin en önemli komplikasyonu riskli kornealarda korneayı incelterek ektazi (keratokonus) hastalığının açığa çıkmasına neden olmasıdır. Tetkiklerde en ufak bir şüphe var ise laser uygulamaktan kaçınmak en doğru yaklaşım olacaktır.

Laser ile yaşa bağlı yakın görme bozukluğu düzeltilebilir mi?

Maalesef bu konuda etkili bir tedavi yöntemi yoktur. Yakın görme bozukluğu gözün yaşlanması ile açığa çıkmaktadır. Laser ya da başka cerrahi yöntemler ile günümüzün teknolojisi ile başarılı sonuçlar alınamamaktadır.

Obezite Nedir? Ne Sıklıkta Görülür, Nasıl Tamı Koyulur?

Vücutta sağlık riski oluşturacak şekilde yağ miktarının artmasına obezite adını veriyoruz. Çağımızın en önemli salgın hastalıklarından biri olan obezite, şeker hastalığı, kalp damar hastalıkları ve kanser başta olmak üzere iki yüze yakın başka hastalığın ortaya çıkmasında da rol oynuyor. Dünyada 2 milyardan fazla kişide kilo fazlalığı ve obezite mevcut. Türkiye’de de her 3 erişkinden birinde kilo fazlalığı, birinde obezite görülürken yalnızca birinde vücut ağırlığı normal sınırlarda. Benzer şekilde ülkemizdeki veriler her 10 çocuktan 3’ünün kilo fazlalığı ya da obeziteden etkilenmiş olduğunu gösteriyor.

Obezite tanısını kilogram cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden boyun karesine bölünmesiyle elde edilen vücut kitle indeksi (VKİ) rakamının 30 kg/m2 üzerinde olmasıyla koyuyoruz. Bu rakamın 25-30 arasındaolmasına da kilo fazlalığı diyoruz. Ancak bu rakamlar bazı kişilerde vücuttaki yağ oranını tam olarak yansıtmayabilir. Obezite nedeniyle takip ve tedavi ettiğimiz hastalarımızda başka değerlendirmeler de yapıyoruz.

Obezite neden oluyor?

Obezite kişinin bireysel hatalarından dolayı ve kendi kontrolünde gelişen bir durum değil. Kronik, kompleks, ilerleyici ve tekrarlayıcı bir hastalık olan obeziteyi genlerimiz ve metabolizmamızın alışık olmadığı anormal çevreye vücudumuzun normal cevabı olarak tanımlayabiliriz. Beslenme alışkanlığı ve hareketsizlik obezite gelişiminde çok önemli ancak duygudurum bozukluğu, stres, yetersiz uyku, barsak mikroplarımızdaki değişiklikler ve çevremizden maruz kaldığımız hormon bozucular gibi birçok faktör de vücudumuzun yağı depolamasını kolaylaştırıyor.

Obezite ve COVID19 arasında bir ilişki var mı?

Obezite ve COVID19 hastalığı birbirlerini olumsuz etkiliyor. Obezite COVID19 hastalarında hastaneye yatış, yoğun bakım ve yardımcı solunum cihazı ihtiyacını %30- 80 arasında artırıyor. Obezite, solunum, kalp, metabolizma, bağışıklık ve pıhtılaşma sistemleri üzerinde bozukluklara yol açarak hastalığı ağırlaştırıyor. Buna karşılık COVID19 pandemisi döneminde yeni yaşam koşulları ve toplumsal hareketlilik kısıtlamaları insanlarda endişe ve stresi artırarak sağlıksız bir yaşam tarzını beraberinde getiriyor. Salgın tedbirleri ile fiziksel aktivitede azalma, yeme içme davranışlarında bozulma, sosyoekonomik güçlükler ve psikososyal durum bozuklukları ortaya çıkıyor. Tüm bunların enerji metabolizmamıza yansıması hem kilo fazlalığı olan hem de olmayan bireylerde kilo artışına meyil olarak karşımıza çıkıyor.

Obeziteyi önlemek mümkün mü? Kilo kontrolü için neler yapmalı?

Obezitenin önlenmesi ve yönetilmesinde özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve hükümetlere önemli görevler düşüyor. Bu konuda birey, çevre ve toplum düzeyinde çalışmalar ile sonuç almak mümkün. Obezitesi olan bir bireyde tek başına “az yemek yemek ve çok hareket etmek” kalıcı bir çözüm sağlamıyor. Ancak bumun yanında özellikle COVID19 pandemisi döneminde kilo fazlalığı ve

obezite ile ilgili hepimizin alması gereken basit tedbirler var. Ben bunları “BUSE” kelimesinin 4 harfi ile tanımlıyorum. “B” harfi beslenme. Bunun için mutlaka sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenmek gerekli. Halihazırda doymuş yağları, şekeri, işlenmiş gıdaları fazla tüketiyoruz. Bunun yanında lifli gıdaları az tüketiyoruz, doğal ve çeşitli beslenmiyoruz. Örneğin günde 5 porsiyon sebze, meyve tüketimi tek başına kalp damar, şeker hastalığı, obezite riskini yüzde 30 azaltıyor: “U” harfi uykuyu temsil ediyor. Gece 6-8 saat kesintisiz gece uykusuna dikkat edilmeli. Daha azı da daha fazlası da sağlık riski taşıyor. “S” harfi stresi temsil ediyor. Stresi kontrol altına almadan vücut ağırlığını kontrol altına alabilmek mümkün değil. Yüksek stres durumunda vücut özellikle iç organlar ve karın çevresinde fazladan yağ tutuyor ve sağlık riskimiz artıyor. Son harf “E” ise egzersiz. Hareket etmeden kalıcı kilo kontrolü sağlanamıyor. Bu nedenle salgın döneminde de fiziksel mesafe kurallarıma uyarak yeterli düzeyde egzersiz yapılmalı. BUSE formülü ile hem kilo kontrolünü sağlamak hem de bağışıklık sistemini güçlü tutmak mümkün.

Covid-19 Aşıları

1. Koronavirüs hastalığı 2019 COVID-19) aşılarının hedeflediği antijen nedir?

Geliştirilmekte olan aşıların çoğu, Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu-Koronavirus-2 (SARS-CoV-2 zarfinin yüzeyinde bulunan, konakçı hücrelere girmesini sağlayan virüsün spike (S) proteinini hedef alıyor. Farklı çalışmalar S proteinine karşı tetiklenen nötralize edici antikorların enfeksiyondan korunma sağlayacağını göstermiştir; bu nedenle spike protein 2020’de geliştirilen aşıların çoğunun hedefini temsil ediyor.

2.COVID-19 aşılarının farklı türleri nelerdir?

Covid-19 aşıları; iki kategoriye ayrılabilirler;

a) Tüm virüse dayalı aşılar bunlar, beta-propiolakton ile inaktive edilmiş bir bütün virüsten (bu durumda SARS-CoV-2) oluşur Sinovac [Coronavac], Sinopharm [Chinese-WIBP-Vero- Inaktive-Covid], Valneva [VLA 2001] ve Bharat Biotech [Covaxin, BBV152]) veya canlı ancak zayıflatılmış bir virüs (örnek: Hindistan Codegenix/serum enstitüsü tarafından geliştirilen aşı) [COVI-VAC]).

b) Viral bir proteine (burada S proteini) veya proteinin bir parçasına dayalı aşılar.

Protein veya virüs benzeri partikül aşıları (moleküler S-protein kümeleri), nükleik asit aşıları ve viral vektör aşılarını içerirler.

Oxford-AstraZeneca Üniversitesi [AZD1222, ChAdOx1- nCoV-19] ve Gamaleya Araştırma Enstitüsü tarafından geliştirilen viral vektör aşıları gibi kısmen veya tamamen değiştirilmemiş bir proteine dayanmaktadır. [Gam-COVID-Vac, Sputnik V olarak bilinir], CureVac-GSK [CVnCoV] tarafindan geliştirilen haberci RNA (m-RNA) aşısı ve COVAXX [UB-612], Medicago [ COVLP], Clover Biopharmaceuticals /GSK/Dynavax ve Sanofi Pasteur-GSK tarafından hazırlanan protein aşıları. Diğer aşı türleri, prefüzyon formundaki değiştirilmiş proteine dayanır, örneğin, Moderna [Moderna COVID-19 Vaccine®, mRNA-1273] ve Pfizer-BioNTech [Comirnaty®, BNT162b2] tarafindan geliştirilen m-RNA aşıları, Janssen Vaccines & Prevention (Johnson & Johnson) tarafindan geliştirilen viral vektör aşısı [Ad26.COV2.S] ve Novavax tarafindan geliştirilen protein aşısı [NVX-CoV2373]’dır.

3.Aşılar adjuvanlar içeriyor mu?

Canlı aşılar, RNA aşıları ve viral vektör aşıları adjuvan içermezler. İnaktive (ölü) virüs aşıları ve protein aşıları adjuvanları gerektirir.

  1. COVID-19 aşılarının geliştirilmesi ve şartlı pazar izni alması için neden bir yıl yeterli görüldü
  2. A) Etken ajan hızla karakterize edildiğinden ve nispeten stabil bulunduğundan.
  3. b) Çünkü koronavirüs bağışıklığı hakkında bilgi mevcuttu.
  4. c) Önceki, oldukça gelişmiş araştırmalar yenilikçi aşı platformlarının kullanımını mümkün kıldığı için
  5. d) Çünkü eşi benzeri görülmemiş bir bilimsel ve finansal destek mevcuttu.
  6. e) Klinik deneyler hızla gerçekleştirildiğinden.

4.Bazı aşıların klinik denemeleri neden askaya alındı?

Belirli bir aşının olası bir olumsuz etkisi konusunda şüphe doğduğunda çalışmalar askıya alınır. Farklı durumlarda, bağımsız bir komite ilgili verileri analiz eder ve hastalığın aday aşıyla herhangi bir şekilde ilişkili olduğuna dair kanıt olmadığında çalışmanın yeniden başlatılmasına izin verir. Böylece, 6 Eylül 2020’de, AstraZeneca ve Oxford Üniversitesi tarafindan geliştirilen adenovirus bazlı AZD1222 aşısının denemeleri, Birleşik Krallık’tan katılımcılardan birinde miyelit görülmesinin ardından askıya alındı.

Ancak bağımsız bir nörolog komitesi miyelitin idiyopatik olduğuna karar verdikten ve eşit derecede bağımsız düzenleyici kurumlar onay verdikten çalışmaların yeniden başlamasına izin verildi.

5.Bir aşının güvenliğini belirlemek için gerekli izleme süresi nedir?

Yakın zamana kadar, aşılama deneyimi, aşıların yan etkilerinin aşılamadan birkaç gün sonra (en fazla altı hafta) meydana geldiğini gösterdi. Ve şimdiye kadar, bir otoimmün hastalığın başlangıcında bir aşının sorumluluğu henüz gösterilmedi. Aşılara bağlı istenmeyen olaylar saptamak için, klinik çalışmalarda izleme süresi altı ayı aşmaktadır.

6.Daha önce COVID-19 geçirmiş veya SARS-CoV-2 ile asemptomatik olarak enfekte olmuş bir kişiyi aşılamanın herhangi bir tehlikesi var mı?

Pfizer-BioNTech, Moderna ve AstraZeneca aşıları SARS-CoV-2 enfeksiyonu geçirdiği gösterilen kişilerde hastalığı şiddetlendirmez. Bu kişilerde hastalıktan yaklaşık 3 ay sonra aşı uygulanabilir.

7.Belirli bir aşı kapsamı eşiğine ulaşıldığında hastalığın dolaşımı sınırlanacak mı?

Aşı uygulamalarında ilk aşamalarında amaç, komplikasyon riski altındaki kişileri korumak ve daha ziyade ölümleri ve hastaneye yatışları önlemek olacaktır. Virüsün “varyantlarının” ortaya çıkmasından önce, popülasyonun %60’ı aşılandığında sürü bağışıklığına ulaşılabileceği görülüyordu Daha bulaşıcı varyantların (daha yüksek RO) ortaya çıkması, aşılanamayan bireyleri dolaylı olarak koruyacak “grup etkisi “ne etkin bir şekilde ulaşmak ve muhtemelen salgını durdurmak için bağışıklı kişilerin oranını artırmaya eğilimlidir.

8.SARS-CoV-2 mutasyonlarının aşı etkinliği üzerinde bir etkisi var mu?

Eldeki veriler, önceki enfeksiyonların, çalışmaya alınan kişilerin üçte biri pozitif SARS-CoV-2 serolojisi gösterirken varyant nedeniyle semptomatik yeniden enfeksiyondan tam koruma sağlayamadığını göstermektedir.

MRNA aşılarının teknolojisinin hızlı gelişme ile uyumlu olduğu göz önüne alındığında, en az bir varyant dizisini içeren yeni aşılar sekiz hafta gibi bir sürede geliştirilebilir.

 

 

 

Bağışıklık Sisteminin Desteklenmesinde “Ozon” Tedavisinin Rölü

Prof. Dr. Ayşe Banu Çaycı Kliniği

Ozon üç oksijen atomundan oluşan, oda sıcaklığında renksiz karakteristik kokulu bir gazdır. Medikal Ozon ise %5 ozon ve %95 saf oksijen karışımından oluşmaktadır. Bu karışım özel bir jeneratör tarafından saf medikal oksijenden üretilmektir. Ozon yeryüzünde bilinen en güçlü üçüncü OKSİDAN AJAN olması nedeniyle EN GÜÇLÜ DOĞAL
DEZENFEKTAN olarak kabul edilir. Yaygın kullanılan dezenfektan olan Klordan 3125 defa daha güçlü mikrop öldürücü olarak kabul edilir.

Ozon’un ANTİVİRAL ,ANTİBAKTERYEL ETKİSİ doza bağımlı olarak 3 mekanizma üzerinden gerçekleşir;

1. OKSiDAN-ANTiOKSiDAN ETKi

2. ANTiENFLAMATUAR ETKi

3. İMMÜN MODULATÖR ETKİ

Ozon’un en önemli etkisi EKSOJEN AKUT OKSİDATİF STRES oluşturarak ANTİOKSİDAN SİSTEMİ AKTİVE ETMESİDİR.(AOS Enzimleri : Glutatyon Peroksidaz, katalaz, Süperoksit
Dismutaz enzim aktivasyonunu arttırarak) Mikroorganizmaların sağlıklı hücrelere kıyasla AOS’i zayıf olduğundan mikroorganizmalar ozona daha duyarlıdırlar.

Mikroorganizmaların antioksidan sistemleri ozonun oluşturduğu güçlü oksidatif strese karşı yetersiz olduğundan miroorganizmalar parçalanıyor. Ozon, fosfolipit ve lipoproteinleri oksidasyona uğratarak mikroorganizmalar (Bakteri, Virus, Mantar ve Protozoa) ları parçaladığından lipitten zengin zarf içeren viruslar ozona daha duyarlıdırlar.

Ozon, virüs – hücre temasını peroksidasyon ile bozarak, viral kapside hasar verir ve üreme döngüsünü sekteye uğratır. O3 ile kolayca okside olabilen lipit zarf içeren viruslar( Herpes, HCV, HIV gibi) ozon’a daha hassastır.

Corono virüs enfeksiyonunda sorunlardan birisi de aşırı sitokin üretimidir.Bu sitokinler :interferonlar (IFN-α, IFN-β, and IFN-γ), İnterlökinler (interleukins of the types IL-1b, 2, 4, 6, 8, 10), Tümör Nekroz Faktör (TNF – α), Granülosit Makrofaj Koloni Stimulan Faktör (GM-CSF) ve Transforming Growth Faktör (TGF-β1) dür. Bir çok
çalışmada ozonterapinin SİTOKİN SALINIMINI MODÜLE ettiği gösterilmiştir.

Ozon akciğer ve periferik doku oksijenlenmesini arttırır ve akciğerde gaz geçirgenliğini iyileştirir, çünkü nitrozitollerin aracılık ettiği periferik vazodilatasyonu eritrositlerde artmış glikoliz sayesinde daha fazla ATP üretimi ve sekonder olarak artmış 2,3-DPG seviyeleri (Bohr etkisi) ve eritrositlerde Na / K + membran pompasının optimum çalışması sayesinde daha fazla elastikiyet sağlanır.

MEDİKAL OZONUN TEDAVİ İÇİN UYGULANDIĞI HASTALIK VE DURUMLAR

• Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi,

• Damar dolaşım bozukluklarının giderilmesi

• Romatizmal hastalıklar ve fibromiyaljinin kontrolü

• Bel ve boyun fıtıklarında ağrının azaltılması,

• Diyabet ve diyabete bağlı komplikasyonların özellikle ayak yaralarının tedavisi,

• İnsülin direncinin azaltılması, metabolik sendrom ve yağlı karaciğerin tedavisi,

• Yara ve yanık tedavileri,

• Kolit olarak geniş anlamda ifade edebileceğimiz inflamatuar barsak hastalıklarının tedavisi,

• Kronik yorgunluk sendromu,

• Baş ağrıları, migren,

• Allerjiler

• Akut viral hepatitler ve herpes (uçuk) tedavisi

• Tekrarlayan vajinal mantar

• Ciltte yaşlanmanın geciktirilmesi

• Sağlıklı yaşlanmanın sağlanması için uygulanabilir.

OZON TEDAVİSİNİN UYGULANMA YÖNTEMLERİ

1 – MAJOR OZON UYGULAMASI: Damardan alınan 100 ml kan uygun şartlarda ozonlanarak tekrar aynı kişiye geri verilir. Hafta da 2-3 kez , 10-12 seans uygulanır.Diğer ozon tedavileri ile desteklenebilir.

2 – MİNÖR OZON UYGULAMASI: Kişiden alınan 2-5 cc kanın, belirlenmiş dozda ozonla karıştırılarak kas içine enjekte edilmesidir.

3 – TORBALAMA: El ve ayaklar özel bir torba içine sokularak nemlendirilir ve cildin ozonu emmesi sağlanır. Diyabete bağlı ayak yaralarında tavsiye edilmektedir.

4 – VÜCUT BOŞLUKLARINA OZON GAZI VERİLMESİ: Rektal, vajinal ozon verilmesidir. Makattan ozon gazının verilmesi, Ülseratif Kolit, Crohn hastalığı gibi iltihabi barsak hastalıkları adı verilen bir hastalık grubunda ve özellikle kabızlıkta uygulanmaktadır.

5 – EKLEM İÇİNE OZON GAZI VERİLMESİ: Ağrılı iltihabi eklem romatizması olan artrit ve tekrarlayan artroz gibi hastalıklarda uzman doktorlar tarafından çok yavaş olarak eklem içine ozon gazı verilir.

OZON TEDAVİSİNİN YAN ETKİSİ VAR MI?

Ozon gazı solunduğunda toksiktir, göz ve hava yollarını tahriş edebilir. Ancak deneyimli ve eğitimli bir ekiple yapılan uygulamalarda herhangi bir yan etkisi
gözlenmemiştir.

OZON TEDAVİSİ UYGULANMASININ ZARARLI OLDUĞU BİR HASTALIK VAR MI?

Hipertiroidizm ve Favizm hastalığında (glukoz 6 fosfat dehidrogenaz enzimi eksikliği) ozon tedavisi uygulaması önerilmemektedir.

Pandemi Sürecinde Sağlıklı Beslenme

Ülkü Gök
Diyetisyen

Dünya Sağlık Örgütü’nün artık bir pandemi olarak kabul ettiği koronovirüs hastalığı (Covid-19) ülkemizde de önemli bir halk sağlığı tehdidi oluşturmaktadır. Koronavirüse karşı vücudumuzu tek başına koruyacak, bağışıklık sistemimizi güçlendirecek veya tedavi edebilecek mucize besinlerin veya takviye edici gıdaların
olmadığını unutmamalıyız. Sağlıklı ve dengeli beslenerek, fiziksel aktivite ve düzenli uyku ile beraber bağışıklık sistemimizi güçlendireceğimizi unutmamalıyız.

Bu dönemde yaşadığımız stres, kaygı durumu beslenme sistemimizde daha çok karbonhidratlara yönelmemize sebep oluyor olabilir. Fakat hem bağışıklık sistemimizi güçlendirmek hem de içinde bulunduğumuz stresli durumla başa çıkabilmek için vitamin, mineral ve antioksidanlarca zengin sebze ve meyvelerden bol bol tüketmemiz gerekmektedir. Bağışıklık sistemimizi güçlendirmede bize en yardımcı olacak grup sebzelerdir. Mevsimine uygun sebzeler ve meyvelerin tercih edilmesi besinlerin vitamin ve mineral içeriklerinden daha yüksek düzeyde faydalanmamızı sağlar.

Bunun yanı sıra özellikle narenciye grubu meyveler bağışıklık sistemini destekleyici C vitamini yönünden zengin olduğu için bu meyvelerin tüketimine ağırlık verilmelidir. Yüksek proteinli gıdalardan (kuru baklagiller, et, yumurta, balık, tavuk, yağlı tohumlar, vb.) ve süt ürünlerinden (süt, yoğurt, ayran, peynir vb.) gelmesi önerilmektedir. Yalnız proteinlerde işlenmiş ürünlerin ve kızartma yönteminin tercih edilmemesi de önem taşımaktadır. Enerjimizin kaynağı karbonhidratlara gelince en önemli ayrıntı beslenirken kompleks karbonhidratları seçmemiz gerekiyor.

Virüslerin ve mikropların ana besin kaynağı olan şeker ve şeker içeren yiyeceklerden uzak durmamız gerekiyor. Zeytin yağ, ölçülü miktarda tere yağ, yağlı tohumlar da (fındık ,badem, ceviz, yer fıstığı vb) besin seçimlerimiz içinde olmalı. Baharatları da atlamamak gerekir özellikle bağışıklıkta söz sahibi olan zencefil, zerdeçal, karabiber gibi yalnız tuzu baharat yerine koymamak gerekir. Vücudumuzu yormamak için aşırı tuz alımına dikkat etmeliyiz.

En önemlisi su tüketimimize daha önem göstermeliyiz. Hem vücudumuzu temizlemek hem de mukozalarımızın nemli kalmasını sağlamak bu dönemde çok önemli. Sıvı tüketiminde suya ek olarak metabolizmamızı canlı tutmamız için bitki çaylarını(yeşilçay, rezene çayı gibi) tüketmemizde de fayda var.

Son olarak; yeterli vitamin ve mineral tüketimini yiyeceklerle sağlanması esas tercih edilecek yol olsa da; yeterli beslenemeyen kişilerin günlük vitamin ve mineral takviyesi almaları da bu özel geçici dönemde bir alternatif olarak önerilebilir. Hareketi arttırmanın önemini de atlamayalım. En azından evde yapacağımız ufak tefek
hareketlerin endorfin hormonunu arttırdığını ve stresi azalttığını unutmayalım. HER ZAMAN YANINIZDAYIM SAĞLIKLA KALIN

Yaşınıza Meydan Okuyun

Uzm. Dr. Ümran Göksoy
Özel Ortadoğu Hastanesi Dermatoloji Bölümü

Hayat bir yarış pisti. Gerek iş, gerek sosyal, gerekse özel hayatımızda insanlarla sürekli bir yarış içindeyiz. Yarışın konusu bazen bir eş bazense iş.. Zor yanı ise yarışmaya sürekli yeni rakiplerin katılıyor olması. Başarı için bilgi, beceri ve deneyim şart. Ancak bazen bunların varlığı tek başına yeterli değil. Kişinin dış görünüşü de tercih edilmesinde ve başarılı olmasında büyük rol oynuyor. Zamanla yarış pistine sizden daha genç, daha güzel ve daha çekici insanlar katılıyor ve bazen hayat şartları sizi onlarla aynı kulvarda yarışmaya zorluyor. Tıp ve teknoloji alanındaki gelişmeler sayesinde artık yaşımıza meydan okuyabiliyor ve olduğumuzdan daha genç ve güzel görünebiliyoruz. İşte bu yüzden günümüzde artık hiç kimse yaşlanma sonucu gelişen deri değişikliklerini olduğu gibi kabul etmiyor.

Eskiden estetik ve güzellik denince akla cerrahi işlemler gelirken artık ameliyatsız estetik ile güzelleşmek mümkün. Ameliyatsız estetik işlemler sayesinde kişi günlük işlerini aksatmadan, birkaç dakika veya bir iki saatini ayırarak istediği görüntüye kavuşabiliyor. Üstelik, işin uzmanı doktorlar tarafından yapıldığında, işlem sırasında ve sonrasında kişinin derisinde çoğu zaman kişiyi rahatsız edecek boyutta bir kızarıklık, morluk veya ödem gibi sorunlar oluşmuyor.

Botilinum toksin uygulamaları, dolgu uygulamaları, ip uygulamaları (örümcek ağı estetiği, Fransız askı vs.), PRP uygulamaları, mezoterapi uygulamaları, kollajen aşısı, gençlik aşışı ve lazer tedavileri önde gelen ameliyatsız estetik işlemlerden birkaçı. Bunlardan botilinum toksin uygulamaları en çok tercih edilen ve yüz güldürücü sonuçlar elde edilen, en temel kozmetik uygulama. Bu yazımızda siz değerli okurlarımıza kısaca botilinum toksini uygulamaları hakkında bilgi vermek istiyorum.

Botilinum toksini Clostridium botilinum adlı bir bakteri tarafından üretilen bir toksindir. Bu toksin uygulanan kaslarda geçici bir hareket kaybına sebep olur. Yüzümüzün üst 1/3 ünde bulunan kaslarımızın sürekli çalışmasıyla yaşımız arttıkça derimizde enine yerleşimli alın çizgileri, dikey yerleşimli kaş çatma çizgileri, göz çevresindeki kaz ayağı çizgileri, burun üstündeki tavşan çizgileri, dudak çevresindeki sigara çizgileri giderek belirginleşir. Mimiklerini çok kullanan kişilerde bu çizgiler kişinin yaşıyla uyumsuz olarak çok daha belirgin olabilir ve kişiyi olduğundan daha yaşlı gösterir. Botilinum toksini uygulamalarıyla bu çizgilere sebep olan kaslarda geçici hareket kaybı oluşturarak bu çizgilerin yok olmasını sağlayabilmekteyiz. Bununla beraber derimiz daha gergin ve parlak bir görünüm kazanır.

Botilinum toksin, hedeflenen alana birkaç noktadan çok ince iğnelerle uygulanır. İşlemin, kişiyi rahatsız edecek boyutta ağrısı olmadığı için öncesinde bölgesel uyuşturucu kremler uygulanmaz ve 10 dakika gibi kısa bir sürede işlem tamalanır. İşlem sonrasında herhangi bir kızarıklık, morluk veya ödem oluşmadığı için kişi günlük sosyal hayatına, hemen işlem sonrasında dönebilir. Uygulamanın etkisi 3-5 gün içinde başlar ve 2 hafta sonra tam etkisini görürürüz.

Botilinum toksini uygulamasının etkisi 4-6 ay kadar sürer. Bu süre sonunda mimik kaslarımız tekrar eskisi gibi aktif bir şekilde çalıştığı için kişinin mimik çizgileri tekrar belirginleşir ve işlemin tekrarı gerekir.

Botilinum toksini uygulamaları hakkında yanlış bazı bilgiler bulunmakta. Bazı kişilerin düşündüğünün aksine botilinum toksini;

-Yılan zehiri değildir.

-Derimize veya iç organlarımıza zarar vermez.

-Etkisi geçtiğinde derimiz olduğundan daha yaşlı görünmez.

-Bağımlılık yaratmaz.

-20 li yaşlardan itibaren uygulanabilir.

Botilinum toksini doğru kişiye, doğru hekim tarafından, ruhsatlı bir işletmede ve doğru ilaçla yapıldığında mükemmel sonuçlar verir.

Botilinun toksini Türkiye de Botox ve Dysport marka isimleriyle satılmaktadır. Uygulamayı dermatolog veya plastik cerrah gibi alanında eğitimli hekim dışında hiç kimse yapamaz. Yasa dışı estetik işlemlerin uygulandığı “Merdiven altı” diye bilinen ruhsatsız yerlerde, orijinal olmayan botilinum toksini ile, bu konuda yetkili olmayan
kişiler tarafından yapılan uygulamalar sonucunda hastalar sonu ölüme kadar varan çok ciddi yan etkilerler yaşayabilmektedir.

Sağlıkla güzelleşebilmek için botilinum toksini uygulamalarınızı aksatmayın. Uygulamanızı dermatolog veya plastik cerrah gibi işin uzmanı bir hekime, orijinal botilinum toksini ile yaptırın.

Yaşınıza meydan okuyarak, güzel ve hoşçakalın

Glutensiz Beslenme

Diyetisyen
Sevde Sinem Tandoğan

Son dönemde çok duymaya başladık. Glutensiz beslenerek zayıfladım, glutensiz beslenerek daha sağlıklı oldum. Peki gerçekten böyle mi? Glutensiz beslenmek gerekiyor mu?

Gluten tahılların yapısında doğal olarak bulun bir proteindir. Buğday, arpa, çavdar ve bazı yulaf türlerinin yapısında bulunur. Ayrıca katkı maddesi olarak paketli ürünlerin yapısında bulunur. Çünkü gluten yapışkan, elastikiyet verici özelliğinden dolayı ürünlerin yapısında kullanılır. Ekmeğin kabarmasında yapısının oluşmasında etkilidir.

Gluten içermeyen besinler ise pirinç, mısır, baklagiller, karabuğday, kinoa, teff, amaranth, keten tohumu ve chia tohumudur.

• Peki kimler glutensiz beslenmelidir. En çok bilinen, çölyak hastalarının ömür boyu glutensiz diyet yapması gerekir. Bunun yanında gluten hassasiyeti olanlar, buğday alerjisi olanlar ve Dermatitis herpetiformis adı verilen bir çeşit deri hastalığı olanlar glutensiz beslenmelidir.

• Bazı nörolojik hastalıklarda, romatoid artritte, depresyon, migren ve otizmde glutensiz beslenmenin iyileştirdiği vakalar görülürken tam olarak kanıtlanmamıştır. Bu nedenle bir uzmana danışılarak glutensiz beslenme denenebilir.

Gluten hassasiyeti de sık duyduğumuz bir durum. Sık sık şişkinlik, hazımsızlık, baş ağrısı ve gaz şikayeti yaşıyorsan senin de gluten hassasiyetin olabilir. Varlığı deneme yanılma yolu ile anlaşılır. Eğer gluten içeren tahıllar diyetten çıkarıldığında bu problemler azalıyor ya da yok oluyorsa guten hassasiyeti var demektir ve glutensiz diyet uygulanmalıdır. Fakat glutensiz diyet bir takım sorunlara yol açıyor. Gluten içeren tahıllar B grubu vitaminlerden en zengin kaynak olduğu için tüketiminin azalması ile B vitaminleri yetersizliği görülebilir. B vitamini bilişsel performans üzerinde etkili olduğu için uzun dönem glutensiz beslenmede unutkanlık, yorgunluk, halsizlik görülebilir.Tahıllar çok iyi bir lif kaynağı olduğu için sınırlı tüketimi kabızlığa sebep olabilir. Bağırsak florası değiştiği için yararlı bakterilerin azalmasına sebep olur.

Glutensiz beslenmenin popülerleşmesiyle glutensiz ürünler raflarda çoğaldı. Önceden bu ürünler zor bulunurken ve daha çok çölyak hastaları için bir çözümken şimdi sırf daha sağlıklı olduğu düşünüldüğü için tüketiliyor. Ama öyle değil. Gluten kazandırdığı kıvamdan dolayı uygun yapıda bir ürün elde etmek için ekstra şeker, nişasta kullanılabiliyor ve norma ürünlere göre daha kalorili olabilir.

• En çok sorulan soru. Glutensiz diyet zayıflatır mı ? Glutensiz bir diyetin çölyak hastalığı veya gluten duyarlılığı olmayan kişilerde ağırlık kaybı sağladığını gösteren yayınlanmış bir rapor bulunmamaktadır. Dolaylı olarak glutensiz diyet ile karbonhidratların tüketimi sınırlandırıldığı için enerji alımının azalmasıyla ilk aşamada kilo kaybı görülebilir. Ama uzun süre uygulandığında daha önce bahsedilen problemler görülebilir.

• Glutensiz diyet uygulaması gereken bireylerin bu sorunları yaşamaması için diyetisyen kontrolünde sağlıklı beslenme çerçevesinde glutensiz diyet uygulaması gerekir. Yani liften sınırlı bir diyet olmaması için sağlıklı lif kaynağı olan ve gluten içermeyen karabuğday, teff amaranth gibi tahıllar diyete eklenmelidir. Sebze meyve tüketimi uygun olmalıdır. Yoğurt, kefir gibi probiyotiklerin düzenli kullanımıyla bağırsak sağlığına dikkat edilmelidir. Hazır işlenmiş ürünlerden uzak durulmalıdır. Fiziksel aktivite artırılmalıdır. Bu çerçevede sağlıklı beslenip kilo kontolü sağlanarak glutensiz diyet uygulanmış olur.

Gebede Koronavirüs (COVID-19) Enfeksiyonu ve Anestezi

Prof. Dr. Berrin Günaydın
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı

Nasıl geçer?

Sadece bir olguda vertikal geçiş yani doğum öncesi ve doğum sırasında anneden bebeğe geçiş rapor edilmiştir. Çin’e ait olgu serilerinde COVID-19 ile enfekte annelerin plasentası,amnion sıvısı, kordon kanı, yendioğanın boğaz sürüntüsü ve anne sütünde virüs negatif bulunmuştur.

Anneye etkileri nelerdir?

Çoğu annede hafif veya orta derecede soğuk algınlığına benzer bulgular gözlenir. Öksürük, ateş ve solunum sıkıntısı gibi bulgular olabilir. Gebe olmayan COVID-19 ile enfekte yaşlılarda, immunsüpresyonu olanlarda, kronik akciğer hastalığı, diabet ve kanseri olan hastalarda zatürre ve belirgin solunum sıkıntısı tanımlanmıştır. Eğer bu bulgulara bir gebede rastlanırsa hemen tedaviye başlanmalıdır. Şimdiye kadar 30. haftada mekanik ventilasyon gerektiren COVID-19 ile enfekte gebe acil sezaryenle doğum yapmış ve sağlıkla taburcu edilmiştir. Hafif veya hiç bulgusu olmayan taşıyıcı bireylerin ise gerçek oranı tam olarak bilinmemektedir.

Bebeğe etkileri nelerdir?

Şu anki verilere göre COVID-19 ile ilişkili düşük bildirilmemiştir. Ayrıca COVID-19’a ait fetal enfeksiyona ait kanıtı olmadığı için virüsün fetal gelişime etkileri
olmadığı düşünülmektedir. COVID-19 ile enfekte gebe olguda erken doğum rapor edilmiş olsa da bunun virüs nedeniyle olduğu kesin değildir.

COVID-19 ile ilişkili travay-doğum için hastaneye yatmadan önce neler yapılması önerilir?

Hastalar planlı işlemlerden (örneğin; planlı sezaryen ve doğum indüksiyonu, serklaj) bir gece önce telefonla aranarak COVID bulguları var mı şoruşturularak taranmalıdır.

Ekip, eğitim, ekipman

Travay-doğum odasında ve sezaryen ameliyathanesinde COVID-19 ile enfekte hastanın bakımından sorumlu kişiler belirlenmeli ve en aza indirilmeli

Anne-bebek geçişini önlemek için bebeğin ayrı yerde tutulması yeni doğan ekibiyle planlanmalı

Kişisel koruyucu ekipmanların giyilmesi ve çıkarılması, ameliyathaneye transfer, COVID-19 şüpheli hastanın travay-doğum odasına alınması dahil COVID-19’lu hasta bakımı için simülasyon senaryoları çalışılmalı

Makinelerin ve ameliyathanenin kontaminasyonundan kaçınmak veya en aza indirmek için vajinal veya sezaryenle-doğum için ilaçlar dahil ekipmanla beraber COVID-19 kitleri oluşturulmalı

Her hastanenin kendi politikasına göre şüpheli veya COVID-19 ile enfekte hastaların ziyaretçiler veya destek personelle teması sınırlandırılmalıdır

Acil Sezaryanla Doğum Anestezisi için Öneriler

Şüpheli ya da kesin COVID-19 tanısı olan kadınlarda eğer acil doğum gerekirse genel anestezi gereksinimini azaltmak için epidural analjezi önerilir.

Entübasyon ve ekstübasyon gibi aerosol oluşumuna neden olacak işlemleri azaltmak için genel anesteziden kaçınmak gerekir

Acil Sezaryanla Doğum Anestezisi için Öneriler

Şüpheli ya da kesin COVID-19 tanısı olan kadınlarda eğer acil doğum gerekirse genel anestezi gereksinimini azaltmak için epidural analjezi önerilir.

Entübasyon ve ekstübasyon gibi aerosol oluşumuna neden olacak işlemleri azaltmak için genel anesteziden kaçınmak gerekir.

Bebek stres altında olduğu acil durumlarda kişisel koruyucu ekipman zorunlu olsa da zaman kaybına neden olabilir.

Entübasyon için tercihen videolaringoskopinin en deneyimli anesteziyolog tarafından yapılması önerilir.

Zor entübasyon durumunda ise yeni jenerasyon üst havayolu gereçleri kullanılabilir

Hastaneler ulusal kılavuzlar çerçevesinde lokal protokoller hazırlamalıdır.

Anestezi Hasta Güvenliği Kurumunun Kılavuzuna göre inceleme altındaki ve COVID-19 testi pozitif kadın hastaların yönetimi için yapılmıştır.

1. Tercihen negatif basınçlı bir izolasyon odasına hastanın kabul edilmesi ve hasta bakımından sorumluların sayısının minimum olacak şekilde sınırlandırılması

2. Tüm sağlık çalışanlarının, doğum veya ameliyat salonuna girerken havayla veya temasla nakledilmeye karşı göz koruyucu (önlük, eldiven, maske, göz koruyucular) önlemler alması

3. Giyinme ve soyunma zaman alabileceğinden kişisel zorunlu ihtiyaçlar öngörülerek hazırlık yapılmalı

Erken epidural analjezi, acil sezaryenle doğum için genel anestezi ihtiyacını azaltabilir

COVID-19 teşhisi bölgesel (nöraksiyel) anestezi için bir kontrendikasyon değildir.

Obstetrik ekibiyle iletişim ile mümkünse acil sezaryenle doğumdan kaçınılmalı

Mümkünse bölgesel veya genel anestezi girişimleri için en deneyimli anesteziyolog görevlendirilmeli

Asistanların, COVID-19’lu hastalarla direkt temasının en aza indirilmeli ve odadaki personel sayısı minimum sayıya indirilmeli

4. Eğer genel anestezi gerekliyse;

Anesteziyoloji ve diğer bölüm asistanlarının, oksijen uygulamaya başlamadan önce N95 veya varsa PAPR (Powered Air-Purifying Respirator) kullanması

N95/PAPR veya yüz siperi yoksa; giyinme-soyunma için kontrol listeleri ve eğitimli gözlemcilerin gözetiminde önlük, eldiven ve bone kullanılması ve tüm işlemler için çift eldiven kullanılarak daha sonra en dıştaki eldivenlerini değiştirilmesi

Entübasyon sırasında gerekli personelin en aza indirilmesi

Genel anestezi gerekiyorsa ve hayatı tehdit eden bir durum varsa, tüm personelin koruyucu ekipman olarak N95 maskesi takması –eğer N95/PAPR yoksa temini için hemen iş güvenliği birimiyle iletişime geçilmesi

Önceden oksijen (>5 L/dk) uygulaması için solunum devresinin uzatılması ve hasta tarafına filtre takılması

Eğer mümkünse kapalı aspirasyon sistemi kullanılması

Entübasyonun, ilk denemede başarılı olacak ve balon-maske ventilasyonunu en aza indirgeyecek şekilde yapılması (tercihen video laringoskop ile)

Ekstübasyon için çok fazla risk bulunmasa da ekstübasyon sırasında personel sayısının azaltılması, N95/PAPR ve personel koruyucu ekipmanın ekstübasyon sonrasına kadar takılı olması ve hastanın negatif basınç odasına transferinin düşünülmesi önerilir.

Ayrıca yoğun bakım ünitelerinde izlem yapacak personelin N95 maske, en az 2 kat eldiven, önlük giymesi ve kenarları kapalı koruyucu gözlük ile birlikte yüz siperi kullanması gereklidir.

Bu zor günleri tüm dünyada ve ülkemizde en hızlı şekilde ve en az kayıpla geride bırakmayı diliyorum.